ECZACILIK TARİHİ

ECZACILIĞIN KÖKENLERİ

Tıp ve eczacılık, insanlığın var olması ile başlamıştır. Bazı bitki ve hayvan fosillerindeki hastalıklara yol açan belirtileri, dünyada hastalıkların insanın var olmasından öncede olduğunu gösterir. Bundan dolayı insanlar, ilk çağlardan beri hastalıklarla mücadele etmişlerdir.

İnsanlığın gelişimi yüzbinlerce yıl sürmüştür. Bu gelişim sırasında oluşan bilgi birikimi, Hem genel hem de kişisel deneyimle ilgili olan, deneyimsel nitelikte olup, genellikle insanların hayvanların güçlü içgüdüsel nedenlere dayalı uygulamalarını taklit etmeleri, rastlantılar ve nihayet sınama yanılma yöntemi ile oluşmuştur.

İlkel insan tüm olaylarda olduğu gibi hastalıkların nedeni konusunda da çaresiz kalmış ve bunların nedenlerinin olağanüstü güçler olduğuna inanmıştır. Hastalıkların tedavisinde çeşitli bitkilerin kullanılmasının yanı sıra büyücülük ile tedavi gibi bir metotlardan da faydalanmışlardır.

Büyücülerin, hastalığı iyileştirmek için “ilaç” yerine sadece sihir büyü kullandıkları düşünülmektedir. Bu görüşe göre; o dönemde eczacılıktan söz etmek olanaksızdır. Ancak günümüzün ilkel topluluklarında büyücüler, sihir yanında bitkilerden de yararlanmaktadırlar.

Çok Tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla sağlık durumlarıyla ilgili birçok tanrı ve tanrıça ortaya çıkmıştır.

ECZACILIĞIN GÜNÜMÜZE KADAR GEÇİRDİĞİ AŞAMALAR

İçgüdüsel ya da bireysel dönem

İnsanların henüz bir topluluk oluşturmadan hayatlarını sürdürdükleri dönemdir. Bu dönemde insanlar, hastalıklara karşı tamamıyla içinden geldiği gibi, sadece acısını dindirmeye yönelik bir tedavi etmeye çalışmıştır.

Mistik dönem

İnsanların toplu olarak halinde yaşamaya başladığı, kabile hiyerarşisinin oluştuğu dönemde, tabiat olayları birtakım olağanüstü “mistik” güçlere dayandırılmıştır. Hastalıkların ortaya çıkma nedeni, tanrıların insanlara verdiği ceza olarak düşünülmüş ve hastalıklar büyücüler tarafından tedavi edilmiştir. Bu nedenle, bu dönem “mistik dönem” olarak bilinir.

Dinsel dönem

İnsanlar, hastalarını tapınaklara taşımaya başlamış ve böylece tedavi din adamlarının tekeline geçmiştir. Önceden bilinen hastalıkların tedavileri, tapınak duvarlarına yazılarak bu bilgilerin kaybolması önlenmiştir.

Ampirik dönem

İnsanlar zamanla gözleme yapmaya başlamış, çevresindeki hayvanları ve bitkileri izlemeye başlamışlar. Bakmışlar ki hayvanlar bazı bitkileri yiyor bazı bitkileri yemiyor. Bunları gözlemleyerek bazı sonuçlara ulaşmaya başlamışlar. Bunun sonucunda, bazı bitkilerin tedavi edici bazı bitkilerin zehirli olduğu kanaatına varmışlar. Çeşitli denemeler sonucunda birtakım veriler elde etmeye başlamışlar. Bu veriler sonucunda bilmeden tamamen raslantı sonucu bazı hayvansal ve bitkisel ürünler kullandığı bu döneme “ampirik dönem” denilmektedir.

Modern Dönem

Ünlü filozof Hipokrat’la birlikte, tıp ve eczacılık alanlarında bilimsel çalışmalar başlamış ve böylece “modern bilimsel dönem”e girilmiştir. Hipokrat, tıbbı rasyonelleştirmiş ve gözlediği hastalıkların bilimsel açıklamasını yaparak sonuç çıkarmaya çalışmıştır. Her hastalığın doğal bir nedeni olduğunu ve bu nedeni bulmak için her şeyden önce insan vücudunun incelenmesinin gerekliliğini, araştırmalarına temel alarak, klinik tıbbın temelini atmıştır.

ANTİK YUNAN, ABBASİ ve ORTA ÇAĞ DÖNEMLERİNDE ECZACILIK

Yunanlılar da tanrıların kızdığı zaman insanları hasta ettiğine inanırdı. M.Ö. 460’ta Kos Adası’nda doğan Hipokrat, buna karşı çıktı. Hipokrat, hastalıkların doğal olaylar olup kızgın tanrılarla ilgisi olmadığını açıkladı. Bu fikri nedeniyle 20 yıl hapis yatan Hipokrat, tıp ve eczacılığın modern bir temele oturmasını sağladı. Günümüzde doktorlar, onun hazırladığı Hipokrat yemini ile mesleğe başlar. Tarsus yakınlarında M.S. 30’da doğan Dioscorides, M.S. 50-70 yılları arasında De Materia Medica adlı beş ciltlik tıp kitabını yazdı. Kitapta, ilaçlar için 130 bitki ve ham maddenin adı geçer ve bitkisel ilaçların 4740 farklı kullanımı anlatılır. Kitabın tercümeleri, Avrupa’da 1500 yıl boyunca kullanıldı.

Abbasiler döneminde; El Razi, el Zahravi, el Biruni ve İbn-i Sina gibi çok sayıda tıp ve eczacılık uzmanı yetişti. İbn-i Sina’nın, Tıbbın Kanunu adlı kitabında, yeni ilaçlar için uyulacak kurallar verilir. Klinik farmakoloji konusunda, ilacın etki süresinin izlenerek tesadüfi iyileşme olmadığından emin olunması istenir. İlacın bir değil, çok sayıda hastada etkili olması gerektiğine dikkat çekilir. İlaçların hayvan deneylerinden sonra insanlarda denenmesini öneren kitapta, 760 ilaç listelenmiştir. Eczacılık eğitiminin, tıptan bağımsız olarak verilmesine ilk kez Avrupa’da 1231’de başlandı. Avrupa’da doktorların değil, eczacıların eczacılık yapmasını emreden genelge 1240’ta II. Frederic tarafından çıkartıldı.

OSMANLILARDA ECZACILIK

Fatih Sultan Mehmed’e kadar, tıp ve eczacılık hakkında elimizde fazla belge bulunmamaktadır. Fatih zamanında kurulan Fatih Külliyesi’nde, tıp ve eczacılık dâhil olmak üzere, 9 birim bulunmakta ve burada çok iyi bir eğitim verilmekteydi.

Osmanlılarda, saray eczacılığı oldukça önemliydi. Resmi eczanelerin bir kısmını oluşturan bu eczanelerden en eskisi, bugün de ayakta olan, Topkapı Sarayındaki Başlala kulesinde yer alan, Hekimbaşı odasında bulunmaktaydı.

Hekimbaşı, saray hekimlerinin başı olduğu için, saray ve çevresinin sağlığından sorumluydu. Cerrahbaşı, kehhalbaşı göz hastalıklarıyla uğraşan hekim ve diğer sağlık çalışanları onun emrindeydi. Hekim ve eczacı aynı kişi olduğu için de Hekimbaşı, aynı zamanda Eczacıbaşıydı. Ancak 19. yüzyıldan itibaren Hassa Hekimleri Saray doktorları yanında eczacılar da yer almaya başlamıştır. Bunlardan ilki 1835 yılında, Sultan II. Mahmut zamanında Viyana’dan gelen Eczacı Hoffman’dır.

14.yüzyıldan itibaren, tıp ve eczacılık alanında Türkçe eserler yazılmaya başlanmıştır. Konuyla ilgili önemli çalışmalar yapılmış, İshak bin Murad, Şerefeddin Sabuncuoğlu 1386-1470 gibi birçok bilim adamı yetişmiştir.

Şerefeddin Sabuncuoğlu'nun eczacılık alanında en ünlü eseri Akrabadindir. Bu eser, 15. yüzyılda kullanılan droglar hakkında geniş bilgi vermektedir. Sabuncuoğlu’nun diğer eserleri ise Mücerrebname ve Cerrahiye Tü’l Haniye’dir. Mücerrebname’de, o dönemde kullanılan ilaçların etkilerini saptamak için kendisi tarafından yapılan deneylerin sonuçlarından söz edilmekte, Cerrahiye Tü'l Haniye’de ise, deneyler, gözlemler ve o dönemde yapılan ameliyat resimleri yer almaktadır.

17.yüzyılın en ünlü hekimlerinden biri Gayet-ül beyan fi tedbir-i beden-ül insan adlı eseri bulunan Salih bin Nasrullah’tır. Bu dönemde, ilaç ilkel maddeleri ve halk ilaçları aktarlar tarafından yapılmaktaydı. İlaçlar özellikle şerbet veya macun şeklindeydi. 17. yüzyılın ortalarından itibaren ise kurs pastil şeklindeki ilaçların da kullanılmaya başlandığı görülmektedir.

18.yüzyılda Avrupalı hekimlerin kitaplarından yapılan çevirilerden yararlanılarak yeni eserler verilmeye başlanmıştır. Avrupa’dan alınan bu yeni akıma “Yeni tıp” adı verilmiştir. Yeni Tıp döneminin öncülerinden sayılan Salih bin Nasrullah’ın, Paracelsus’un eserinden yararlanılarak yazdığı eserde kimyasal maddelerin de ilaç olarak kullanılabileceği fikri Osmanlı Dünyasına girmiştir.

İlk eczane 19.yüzyılda açılmıştır. Bu dönemde ilaçlar hekim reçetesine göre her bir hasta için özel olarak hazırlanmakta, “müfred ilaçlar” tek drog içeren ilaçlar ve “mürekkep ilaçlar” birden fazla drog içeren ilaçlar olarak iki grup altında toplanmaktaydı. O dönemde, ilaç hazırlamakta kullanılan galenik preparatların tümü ve birçok kimyasal madde eczanelerde hazırlanmakta, hatta bunların eczanede yapılmaması eczacı için bir ayıp olarak kabul edilmekteydi.

Eczacılık, Osmanlılarda usta-çırak eğitimi şeklindeyken, Sultan II. Mahmut zamanında, ordunun doktor ihtiyacını karşılamak amacıyla askeri bir tıp mektebi açılmıştır. 1839 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’de bir askeri eczacı sınıfı açılmasıyla, eczacılık öğretimine başlanmış, 1867 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahane’de bir eczacı sınıfı açılmasıyla da sivil eczacılık öğretimine başlanmıştır. 1840 yılında eczacı okulundan mezun olan Ahmed Mustafa Efendi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’da öğrenim görerek “eczacılık diploması” alan ilk eczacıdır.

Osmanlılar döneminde, Türk eczacıları ilk kez 1888 yılında özel eczane açmışlardır. 1990 yılında İstanbul’da yaklaşık olarak 265 eczane bulunmaktaydı. Ancak, bunlardan sadece dört tanesi Türk eczacılarına aitti. Bu eczanelerden biri de Hacı Hamdi Bey’in Zeyrek yokuşunda bulunan “Eczahane-i Hamdi” isimli eczanesiydi.

TARİH BOYUNCA ECZACILARA VERİLEN ADLAR

Eczacılık işiyle uğraşan kişilere tarih boyunca çok çeşitli isimler verilmiştir. Eski yunan döneminde Rhizoteme veya Herbaris adı verilen kökçüler, yine aynı dönemde Pharmakeis, Eski Roma’da Pigmentarius, Seplasiarius, Pharmacopoles, Circulatores ve Ungentarius adlı kişiler eczacıların ilk örnekleridir .

10.yüzyılda manastırlarda ilaç yapan rahiplere Apothecarius ve 12. yüzyılda ilaç hazırlayanlara Confectionarius ismi veriliyordu. Apothecaire sözcüğü 15. yüzyıldan itibaren tüm Avrupa’da yerleşmeye, 18. yüzyıldan sonra da Fransa’da Pharmacien sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır.

Avrupa’da hekimlik ve eczacılığın 13. yüzyılda ayrılmasıyla eczacı sözlüğü karşılığı olarak zamanla İtalyancada Droghuera, Spezieria ve Farmacista, İspanyolcada Droguista, Fransızcada Pharmacien veya Droguiste, Almancada Apotheker ve İngilizcede Apothecary ve Pharmacist sözcükleri yerleşmiştir.

1030’lu yıllarda Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügat-it Türk adlı eserinde eczacı karşılığı “emci” sözcüğü denenmiş, ancak bu sözcük yerleşmemiştir.

Ortaçağ İslam Uygarlığı döneminde eczacı olarak Saydelan veya Saydelani sözcüğü kullanılmıştır.

Osmanlı dönemi darüşşifa vakfiyelerinde saydelanların yanı sıra uşşab veya uşşaban, tebbah-ı eşribe, hafız-ı eşribe ve edviyegu adlı bazı personelin çalıştığı da kayıtlıdır. Bu görevliler saydelan adı verilen eczacının yanında çalışan ve farklı görevleri olan eczacı kalfaları olarak nitelendirilebilir.

17-19.yüzyıllarda İtalyancadan galat ispençiyar sözcüğü yerleşmiş ve 19. yüzyılın sonuna kadar eczacı karşılığı olarak yaygın biçimde kullanılmıştır.Günümüzde kullanılan eczacı sözlüğü Türkiye’de hekimlik ve eczacılığın kesin olarak ayrılmasından sonra 19. yüzyılın sonlarından itibaren kullanılmaya başlanmış ve halen kullanılmaktadır.

CUMHURİYET DÖNEMİ ECZACILIK ve ECZACILIK EĞİTİMİ

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde ilk eczacılık öğretimine, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye de 14 Mayıs 1839 yılında Avusturyalı Dr. Charles Ambroise Bernard 1808-1844 tarafından açılan Eczacı Sınıfı’nda başlanılmıştır.

Eczacılık Sınıfı’nda başlangıçta 2 yıl ve Fransızca olarak yapılan öğretim, daha sonra 3 yıla çıkartılmıştır. Eczacı Sınıfı’na kayıt olabilmek için öğrencilerin bir eczanede 6 yıl staj yapmaları ve giriş sınavını kazanmaları gerekmekteydi.

Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şâhâne Sivil Tıbbiye Okulu 1 Mart 1867 tarihinde Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne binasının bir bölümünde açılmış ve Sivil Tıbbiye Okulu’nda da bir “Eczacı Sınıfı” açılmıştır. Milli

Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak yönetilen bu okulda öğretim Türkçe olup, 3 yıl sürmekte, ayrıca 3 yıl bir eczanede staj yapılarak sertifika alınması gerekmekteydi.

1909 yılında Askeri ve Sivil Tıbbiye Mektepleri “Tıp Fakültesi” adı altında birleştirilerek, Haydarpaşa’da özel olarak yapılmış olan binaya taşınmış, Eczacı Sınıfı ise Kadırga’daki “Menemenli Mustafa Paşa Konağı”nda kalmıştır.

1908 tarihinde Eczacı ve Dişçi Mektepleri Tıp Fakültesi’nden ayrılarak “Darülfünun-u Osmâni Tıp Fakültesi, Eczacı, Dişçi ve Hastabakıcı Mektepleri” adını almıştır.

1872-1909 tarihleri arasında bu okuldan 1346 eczacı mezun olmuştur. Okulun arşivindeki “Darülfünun-u Osmanî Tıp Fakültesi Eczacı Mektebi Talebesinin Künye ve Sicil Defteri”nin incelenmesi sonucunda, 1922 yılına kadar 1684 öğrencinin kayıt olduğu gözlenmiştir.

Cumhuriyetin ilan edilmesi ile başlayan dönemde okul büyük bir itibar ve önem kazanmış, programlarda yeni düzenlemeler yapılmış, okula kayıt yaptırabilme koşulları belirlenmiştir. 1926 yılında Beyazıt’a taşınan Eczacılık Mektebine 1924 yılından itibaren lise çıkışlı öğrenciler alınmıştır.

Eczacı Okuluna uzun süre yalnız erkek öğrenciler alınmıştır. 1928 yılında kayıt olan Fatma Belkıs, Semiha Hanım ve Bedriye Hanım ilk bayan eczacılar olarak 1930 yılında mezun olmuşlardır.

1933 Üniversite Reformu’ndan sonra Eczacılık Okulu Fen Fakültesi’ne bağlanmış ve öğretim süresi 3 yıl olarak saptanmıştır.

1933 Üniversite Reformu ile eczacılık öğretiminin daha iyi bir seviyede yapılabilmesi için Avrupa’dan öğretim üyeleri getirilmiş olmasına rağmen eczacılık öğretiminde istenilen olanaklara yeterli bina, araştırma laboratuarları, laboratuar malzemeleri ve öğretim elemanları gibi sahip olunamamıştır.

Eczacı Okulu’nda öğretim süresi 1938 den itibaren 4 yıla çıkartılmış ve 1944 tarihinde de tekrar Tıp Fakültesi’ne bağlanmıştır.

Eczacılıkta, ilk 30 yıl, öğretim dilinin Fransızca olması, öğretim üyelerinin çoğunun Fransız okullarından yetişmiş bulunması, öğretim ve ilaç yapımında Fransız kitaplarının kullanılması nedeniyle, Osmanlı eczacılığı uzun bir süre, tamamen Fransız eczacılık biliminin etkisi altında kalmıştır.

Eczacıların meslek eğitimi ile yetiştirilmelerine başlanılmasından sonra, Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı’da da çıraklıktan yetişenler ve okuldan diploma alanlar olmak üzere iki tip eczacı oluşmuştur. Bir eczacılık okulunu tamamlayarak eczacı diploması alan ve ülkenin her yerinde eczane açma hakkına sahip kişilere “1. Sınıf Eczacı”, bir eczacı gözetiminde 15 yıl çırak ve kalfa olarak çalışarak mesleği pratik olarak öğrenen ve bir komisyon tarafından yapılan imtihan sonunda çalışma belgesi olan kişilere ise “2. Sınıf Eczacı” ünvanı verilmiştir. 2. Sınıf Eczacılar Cumhuriyet Dönemi başlarına kadar çalışmalarını sürdürmüşlerdir.

Eczacılık öğretim kurumunun Fakülte haline getirilmesinin yararlarını savunan biri de Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi Materia Medica ilaç bilgisi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Suner olmuştur. Prof. Suner 1953 yılında, Ankara Üniversitesi, Profesörler Kurulu’nda Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir Eczacılık Fakültesi açılması konusunda karar alınmasını sağlamıştır. Bu konuda Prof. Suner ile beraber çalışan Prof. Dr. Enver İzgü, Prof. Dr. İzzet Kantemir, Prof. Dr. Kazım Aras, Ecz. Şevket Yağtu ve Ecz. Mustafa Erkek yanında Ankara Eczacı Odası İdare Kurulunun da büyük gayretleri olmuştur. Böylece Cumhuriyet döneminin ikinci eczacılık okulu, ancak birinci Eczacılık Fakültesi olan Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin kuruluş kanunu olan 156 sayılı yasa, kurucu meclis tarafından kabul edilerek 16 Aralık 1960 tarihli resmi gazetede yayınlanmıştır. Fakülte öğretime, 1961-1962 öğretim yılında, Ankara, Yenişehir Menekşe Sokak'ta kiralanan bir binada 81 öğrenci ile başmıştır.

15 Ocak 1962 tarihinde bugünkü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin temeli oluşturulmuştur. Eczacı okulu uzun süre bina ve öğretim kadrosu yetersizliği nedeni ile yılda yaklaşık 60 öğrenci alarak faaliyetini sürdürmüştür.